Cevap: bu kaya ilgilemeye değer mi
o belgenin bölgeye cuk diye oturduğunu söyleyebilirim Lefter e ait olduğunu biliyorum Üsküdar'dan başlar Beylerbeyi Çengelköy Kavacık Beykoz Ağva Riva Kandıra Kefken Gebze  Tütünçiftlik Derince İzmit Sakarya Nehrinin Karadenize bağlanan kısmını içerir....
bir çok yerinin malının alındığının izlerini gördüm..
Kalanlarınıda 3 ncü köprünün güzergahında bulabilirsiniz tabiii çalışmaları yapanlar sizden önce davranmazlarsa...
bu bilgileri Lefter in hizmetkarlığını yapmış çok yaşlı ( 90 yaşında )bir teyzeden 1977 de bire bir dinledim tabii inanıp inanmamak size kalmış.....
Rum Çeteleri ve Faaliyetleri
 
 Milli Mücadele döneminde Kuzey Marmara Havzasındaki Rum çetelerinin  başında İstanbul'un Anadolu yakasındaki banliyölerinde ve Kocaeli  Yarımadası'nda faaliyet gösteren Şile Yeniköy'ün Rum Eşkıyası gelmişti.  Daha I.Dünya Savaşı yıllarında faaliyete geçen Yeniköy'ün Rum çeteleri  Mondros Ateşkesi sonrasında gerek işgalcilerin, gerekse Yunanistan'ın  tutumundan aldıkları cesaretle cüretlerini daha da arttırmışlardı.
 
 1919 yılı boyunca Yeniköy Rum çeteleriyle Binbaşı Remzi Bey  komutasındaki Üsküdar Jandarma Taburu mücadele etmişti. 20 Ocak 1919  günü Yeniköy Rum eşkıyası köyün jandarma karakolunu kuşatmış, o sırada  köyde bulunan metropolit vekilinin teşvikiyle köyün eli silah tutan  erkeklerinin de katılmasıyla eşkıyanın mevcudu 250'ye varmıştı(2).  Kuşatmayı kaldırmak isteyen bir jandarma müfrezesi başarılı olamayınca  Şile'ye çekilmişti. Karakolun 20 kişilik efradı ise kuşatmayı yararak  köyün dışına çıkmayı başarmıştı. Akşam karanlığına kadar süren çatışmada  5-6 eşkıyanın öldürülmesine karşılık 2 jandarma kaybolmuştu. Bu sırada  bir miktar silah ve cephane eşkıyanın eline geçmişti. Şile'ye çekilmiş  olan müfreze 21 Ocak akşamı tekrar harekete geçtiyse de mevcut kuvvetle  1500 hanelik bir köyün kuşatılarak aranması mümkün görülmemişti. 23  Mart'ta Üsküdar Jandarma Taburuna mensup bir  müfreze Fransız Binbaşı Lakarnik'le birlikte Yeniköy'e giderek eşkıyanın  ele geçirdiği silah ve cephaneyi kurtardı. 24 Mart'ta karakola  dönüştürülen bir binada göreve başlayarak güvenliği sağladı. Köyde 2  Fransız eri de daimi olarak görevlendirilmişti(3). Bu sırada eşkıyanın  bir kısmı pişmanlık duyarak affedilmeleri şartıyla teslim olacaklarını  bildirmişlerdi(4). Köyün ileri gelenleriyle Fransız jandarmaların  arabuluculuğunda yürütülen görüşmelerin sonucunda teslim olanların  silahlarının alınarak serbest bırakılmaları, affedilmeleri için gereken  işlemlerin başlatılması öngörülmüştü(5). 25 Mart'ta İngiliz Yüzbaşı  Sıleyt Yeniköy'e geldi.
 
 4 Haziran 1919'da Anadolu  sahillerindeki Rum ve Ermeni göçmenlerin durumlarını incelemekle görevli  İngiliz komutan Smith, İngiliz Binbaşı Sıleyt ve Muhacirin Müdürü Münir  Bey'den oluşan bir kurul Şile'ye giderek kaymakamla görüştü(6). 
 
 Bu sırada dördü çete reisi olan 28 Rum eşkıya silahlarını Fransız  jandarmalara bırakıp teslim olmuşlardı(7). 4 Haziran aynı zamanda culûs  yıldönümüne rastladığından kaymakamlığın önünde bir kutlama töreni  yapılmıştı. Törene telefonla getirtilen Yeniköy İhtiyar Heyeti ile  teslim olmuş eşkıyadan birkaçı katılmışlardı. Daha sonra Yeniköy Rumları  eski emval-ı metruke komisyonunca satılan hayvan miktarıyla, kendi  hayvan miktarları arasında 2000 koyun ve 750 keçi fark olduğu iddiasıyla  şikayetçi olmuşlardı. Bunun üzerine İngiliz Subaylarıyla kaymakam  arasında şu kararlar alınmıştı.
 
 1- Hükümet tabibi Panayot  Efendi'nin jandarma komutanlığının sağlayacağı bir atla her hafta salı  günü fakir Rumların muayene ve tedavileri için Yeniköy'e gönderilmesi.
 
 2- Yeniköy Rum eşkıyasının silahlarını kayıtsız şartsız teslim etmesi ve eşkıyanın affı için hükümete başvurulması.
 
 3- Yeniköy'deki Fransız jandarmaların mahalli zabıtayla birlikte  eşkıyanın silahlarını teslim alması, daha sonra eşkıyayla birlikte  hükümete giderek teslim etmesi.
 
 4- Yeniköy mültecilerinin  köylerine henüz dönmeleri sebebiyle çekecekleri geçim zorluğu için; hem  eşkıyalığa fazlaca düşkün olan bu insanları meşgul etmek, hem de yakacak  ihtiyaçlarını karşılamak üzere köy civarındaki vakıf ormanlarından  birinin geçici olarak tahsisi(8).
 
 5- Ücreti nakden ödenmek veya  bedeli icar suretiyle alınmak üzere hükümetçe 20 beygir sağlanarak  kömür işinde kullanılmak üzere Rum Cemaatine teslim edilmesi.
6- Eşkıyanın  silahlarını teslim etmesi sebebiyle köye dışardan yapılabilecek muhtemel  bir saldırıya karşı 20 kır bekçisinin seçilerek görevlendirilmesi.
 
 7- Yeniköy Rumlarına ait hayvanların Müslüman köylerinde bulunması  ihtimaline binaen, eşkıyanın hayvan gasbına meydan vermemek açısından  seçilecek iki kişilik bir kurulun jandrmalarla birlikte köylerde  araştırma yapması.
 
 İngilizlerin Yeniköylülere ait olduğu  anlaşılan veya kuşkulu görülen hayvanların işaretlenerek kaza emvâl-ı  metruke komisyonuna gönderilmelerini istemeleri üzerine, kaymakam bu  isteği idare hukukumuza bir müdahale olarak değerlendirmişse de tamamen  reddedememişti. İngilizlere Yeniköylülere ait hayvanların bir kısmının  bulunarak sahiplerine iade edildiğini, bundan sonra da aynı yönde çaba  harcanacağını bildirmişti. Daha sonra Şile'den ayrılan kurul 15 gün  sonra tekrar dönmek üzere İnebolu'ya hareket etmişti. İstanbul Valiliği  Üsküdar mutasarrıflığı aracılığıyla Şile kaymakamına Rum eşkıyanın  teslim olmasındaki hizmet ve gayretinden dolayı takdirlerini  iletmişti(9).
 
 Ancak pek azı teslim olan Yeniköy Rum eşkıyası  Milli Mücadelenin bundan sonraki döneminde de yıkıcı faaliyetlerini  sürdürmeye devam etmişti. Zirâ İngilizler arabulucu gibi hareket etmekle  birlikte Rum eşkıyayı İstanbul'dan Anadolu'ya silah kaçırılmasını  engelleyen bir unsur olarak görüyorlardı. Daha 5 Haziran 1919'da  Yeniköylü 30 kişilik bir Rum çetesi Kandıra'da bir jandarma erini şehit  etmiş, Babaköy'ünü basmıştı(10). 14 Haziran'da Yeniköylü 15 kişilik Deli  Yani Çetesi Taşköprü'nün Hatipler köyü civarında bir çocuğu dağa  kaldırmışlar, daha sonra annesinden aldıkları 91 lira fidye karşılığında  serbes bırakmışlardı. Bu olay sırasında Kadi-i Değirmen civarında Deli  Yani Çetesine rastlayan Üsteğmen Ragıp Efendi komutasındaki jandarma  müfrezesi çeteyle müsademeye girmiş, Deli Yani'yi sağ olarak ele  geçirmişti(11). Fidye olarak ödenen 91 lira Deli Yani'nin üzerinden  çıkmıştı.
 
 Diğer taraftan Kocaeli Kuvâyı Milliyesi de Yeniköy  Rum eşkıyasıyla mücadele halindeydi. Bunun için Mavri Mira'nın bölge  komitesini yöneten Todori'yi hedef almıştı. Yunanlı bir kurmay subay  olduğu söylenen Todori Şile'de İskele gazinosunu işletiyor ve bakkallık  yapıyordu. Yunan ve İngiliz kaynaklarından gönderilen silah, cephane ve  bomba sandıkları Todori'nin dükkanından dağıtılıyordu(12). Kuvâyı  Milliye tarafından görevlendirilen Demir Hulusi Bey'in gurubuyla, Sadık  Baba ve Osman Kaptan, Todori'yi ortadan kaldırmışlardı. Fakat Yeniköy  Rum eşkıyasının etkinliğini kırabilmek için Yeniköy'deki İngiliz  karargahının buradan çıkarılması gerekiyordu. Bunun için Alemdağ  civarında faaliyet gösteren Tahir çetesiyle işbirliğine gidildi. Gerek  sivil, gerekse çeteci kılığına sokulmuş jandarmalarla harekete geçilerek  İngilizler bir hafta içinde Yeniköy'ü terketmek zorunda  bırakılmışlardı(13).
Bununla  beraber Şile'deki Yunan işgali Yeniköy Rum eşkıyasını büsbütün azdırmış,  halka uyguladığı zulmü görülmemiş boyutlara vardırmıştı. Bu zulüm Yunan  askerinin Şile'yi
 tahliyesinden sonra da sürmüştü. Çünkü burada  kalan bazı Yunan subayları Rum çetelerini yönetmeye devam  etmişlerdi(14). Yeniköy, Paşaköy ve Arnavutköy Rumlarından 150 kişilik  bir çetenin 7 yunan subayının emrinde Elmadağ-Soğanlı, yine kısmen Yunan  elbiseli 30-40 kişilik çetelerin Şile'nin doğusundaki köyler civarında  dolaştıkları görülmüştü(15).
 
 Bu durum karşısında Şile'deki  İngiliz komutan bile Müslüman halkın korunabilmesi için bölgeye jandarma  sevkine izin vermek zorunda kalmıştı. Üsküdar'dan Şile, Ağva,  Değirmençayırı ve Ömerli gibi kaza ve bucak merkezlerine 25 er kişilik  jandarma müfrezeleri gönderilmişti. Halkın protestoları üzerine Yunan  subayları Şile'den çıkarılmış ve böylece nisbi bir sükun sağlanmıştı.  1921 Nisanına rastlayan bu gelişmelerin sonucunda Yeniköy Rum  eşkıyasının bir bölümü de Yunan işgalindeki İzmit ve yöresine  çekilmişlerdi. Rum çeteleri İzmit'te hem İngilizlerin, hem de  Amerikalıların yardımlarını görmüşlerdi. İzmit'teki Yunan işgal komutanı  Gargalidis nezdindeki İngiliz irtibat subayı Lister yöredeki Hırıstiyan  çetelerine silah ve muhimmat sağlamaktaydı(16). Amerikalılar da  Derince'deki askeri depolardan yararlanarak Rum ve Ermeni çetelerinin  silahlandırılmalarına yardımcı olmuşlardı(17). 16 Nisan 1921'de Rum  çeteleri Hereke ve Yarımca'yı basmışlar, İzmit'te Müslüman erkekleri  tutuklamışlardı(18). Yine aynı günlerde Yeniköy, Paşaköy ve Arnavutköy  Rumlarından 150 kişilik bir çetenin 7 Yunan subayının emrinde  Elmadağ-Soğanlı, yine kısmen Yunan elbiseli 30-40 kişilik çetelerin  Şile'nin doğusundaki köyler civarında dolaştıkları görülmüştü. İzmit ve  yakın çevresindeki Rum çetelerinin başlıcaları Kocabaş Hristo, Barbar  Yani, Deli Hristo ve İzmit'in Mihaliç köyünden Kostantin çeteleriydi.  Mihalıç'ta Jandarma Rifat, Sepetçi köyü altında jandarma Dedeoğlu Bekir  eşkıya tarafından şehit edilmişlerdi(19).
 
 Kocaeli  Yarımadası'ndaki Rum çeteciliğinin odak noktalarından biri de  Darıca'ydı. Darıca Rumları hemen Mondros sonrasında hükümet konağına  saldırmışlar, jandarma komutanı Davut Çavuş'u öldürmüşler, jandarmaların  silahlarını almışlardı(20).
 
 Darıca'daki resmi daireler  Gebze'ye çekilmişler, Müslüman halk da Rum mezâlimi yüzünden göç  etmişlerdi. Yunanlıların gönderdiği 180 adet silah iskele başında  ticaret yapan Yorgi Çakıroğlu vasıtasıyla dağıtılarak Rumlar  silahlandırılmış, oluşturulan çeteler Müslüman halkı tehdit ve baskı  altına almışlardı. Bu faaliyetlere karşı çıkan bir komiser yardımcısı,  bir polis ve halktan birkaç kişi öldürülmüş, failler yakalanamamıştı.  Yorgi Çakıroğlu (Çakır Yorgi) çetesi Kartal jandarma komutanı İzzet  Bey'i sebebsiz yere şehit ettiği halde en küçük bir sorguya maruz  kalmamıştı. İstanbul'da Yunan sivil polis örgütünü kuran Yunan Umum  Jandarma Müfettişi Albay Aleksandros Zimbrakaki Darıca giderek
Rumları  kutlamış, Müslümanları öldüren Yorgi Çakıroğlu, damadı, Dimitriyos  Ayazoğlu ve adları öğrenilemeyen üç Rum'a nişanlar vermişti(21). 1919  yılı sonlarında Karamürsel jandarması Davut Çavuş'u öldüren ve özellikle  Müslüman öldürmek için karakol bastığını söyleyen Darıcalı Kosti'yi sağ  olarak yakalamıştı(22). Darıca'nın 30 kişilik İstelyanus çetesi Yahya  Kaptan ve adamları tarafından yok edilmişti(23). Darıca'nın durumu  İzmit'in Yunan İşgalinden kurtarılmasından sonra normale dönebilmişti.  Gebze'ye çekilmiş olan bucak müdürü ve asayiş kuvvetleriyle, öteye  beriye göç etmiş halk Darıca'ya dönmeye başlamıştı.
 
 Yunanlılar  İzmit'in Yunan işgalinden kurtarılması üzerine çetecilik faaliyetlerini  İstanbul yakınlarına kaydırmışlardı. Temmuz 1921'de resmi, sivil Yunan  subayları Pendik'te bir hafta süreyle toplantılar yapmışlardı. Serafin  Vasil ve gazinocu Kalfa adlarındaki Rumların evlerinde yapılan bu  toplantılara Yeniköy ve Başköy Rum sergerdelerinin bir çokları da  katılmışlardı. Bu faaliyetler Pendik civarındaki 15-20 Müslüman köyün  halkını endişeye düşürmüştü. Köylüler işlerini güçlerini bırakıp  İstanbul'a göç etmeyi düşünmeye başlamışlardı. Çünkü daha önce Pendik ve  Maltepe yöresine göç etmiş Yeniköylü Rum eşkıya, Başköy çeteleriyle  birlikte son bir yıl içinde 25 Müslümanı öldürmüşlerdi(24).
 
  Milli Mücadele döneminde Rum çeteleri Kocaeli Yarımadası'nın İstanbul  yakınlarındaki kesimlerinde de boy göstermişlerdi. Şubat 1920'de  Bakkalköy'ün Yirmiler çetesi Samandıra'da üç kişiyi öldürmüştü(25).  Paşaköy Rumları İngilizlerin himayesinde teşkilatlanarak Tepekaya  geçidinde esaretten dönen bir eri şehit etmişler, köylüler eşkıya  yüzünden ekinlerini biçemez olmuşlardı(26). Rum çetelerinin en zalim ve  küstahı sayılan Paşaköylü Milti Kaptan çetesi Dudullu civarında Sadık  Baba tarafından yok edilmişti(27). Yine Alemdâr Müfrezesi Rum  çetelerinin bir kısmını ortadan kaldırmış, yakalanan çete reislerinden  Karabacak yargılandıktan sonra asılmıştı(28).
 
 Milli Mücadele'de  Adapazarı yöresinde Rum çeteleri özellikle 20 000'i aşkın gayrimüslimin  yaşadığı Geyve civarında faaliyet göstermişlerdi. Hakim bir tepe  üzerinde kurulmuş 1200 hanelik bir Rum köyü olan Geyve Ortaköy Rum  çeteciliğinin merkez üssü konumundaydı. Ayrıca Ortaköy Rumları Mondros  sonrasında İstanbul'a zaman zaman asılsız ve mübalağalı telgraflar  çekerek asayişi bozuk gösterip işgalci devletlerin müdahalelerini  sağlamaya çalışmışlardı. İzmir'in işgaline rastlayan günlerde Geyve'nin  Küb köyünde üç kişinin öldürülmesi olayını İstanbul'a çektikleri  telgraflarla Ortaköy'de 300 ölü ve yaralı olduğu, kan gövdeyi götürdüğü  şeklinde aksettirmişlerdi. Bu durum üzerine İngiliz mümessili zamanın  İzmit Mutasarrıfı Ahmet Anzavur'la birlikte Geyve Ortaköyü'ne gitmişler  ve değil kasabanın içinde, dışında bile böyle bir olayın sözkonusu  olmadığını
görmüşlerdi(29).  Daha sonraki günlerde Geyve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti gayrimüslim  çetelere karşı Mehmet Çelebi adıyla bir milis taburu kurmuş ve  komutanlığına Hafız Fuat Efendi'yi getirmişti(30). 1919 yılı sonlarında  Geyve-Taraklı arasında yolcuları soyan ve daha birçok önemli suçlar  işleyen Nikola oğlu Sava, Haralombus oğlu Niko Geyve takip müfrezesince  yakalanmışlardı(31). Ortaköy Rum eşkıyası Yarbay Mahmut Bey  komutasındaki 24. Tümen'in Geyve Boğazı'na yerleştiği günlerde de  tecavüzlerini sürdürmüştü. Hatta Ortaköy Rumları Yunan kuvvetlerinin  geleceği ümidiyle ayaklanarak Geyve Boğazı'daki milli kuvvetlere  saldırmışlardı(32). Bu durum karşısında Geyve Kaymakamı Hamdi Namık Bey  (Gör) ve 24. Tümen Komutanı Yarbay Mahmut Bey harekete geçmişler,  Ortaköy'ü milis kuvvetleriyle ablukaya almışlardı. Kiliseye sığınmış  olan Rum eşkıya teslim olmamakta direndiğinden kan dökülmesine meydan  vermemek için abluka üç gün boyunca sürdürülmüştü. Bu sürenin sonunda  Hamdi Namık Bey köydeki metropolit vekiline bir tezkere yazarak eşkıyayı  ele geçirmek için hücuma geçeceğini, hükümete sadık olan masum halkın  bir saat içinde köyü teketmemesi durumunda sorumluluğun kendilerinde  olacağını bildirmişti(33). Ortaköy ahalisinin yarım saat sonra ellerinde  beyaz bayraklar olduğu halde köyü boşaltmaları üzerine Kuvâyı Milliye  Ortaköy'e girmiş ve Rum eşkıyayı yok etmişti. Ortaköy Rumları bu  olayları da İstanbul'a heyecanlı ve mübalağalı bir şekilde  duyurmuşlardı(34). Mustafa Kemal Paşa Geyve'deki 24. Tümen Komutanı  Mahmut Bey bir telgraf çekerek Ortaköy Rum isyanının bastırılmasındaki  başarısından dolayı kendisini tebrik etmişti(35).
 
 Adapazarı'nın  kuzeyindeki Fındıklı, Aşağıköy ve Kantarköy mahallelerinden oluşan  Fındıklı Rum köyü de Rum çeteciliğinin merkezlerindendi(36). Yine  Adapazarı civarında Aşağıdereköy'üne hile ile giren Rum eşkıya  kendilerine karşı çıkan Mehmet Şah ile Ahmet ve Hasan adlarında çobanlık  yapan baba oğulu öldürmüşler, köylülerin 1200 liralarını almışlardı.  Yine Avadis, İstavri ve Yorgi, Adapazarı ve İzmit yöresindeki Rum çete  reislerinin başında gelmişlerdi(37).
 
 Kuzey Marmara Havzasında  Adapazarı ve İzmit yörelerindeki Rum çeteleri güçlerini büyük ölçüde  bölgedeki Yunan işgalinden almışlardı. Dolayısıyla Rum çeteleri  bölgedeki Yunan işgalinin kaldırılmasına paralel olarak aktivitelerini  kaybetmişlerdi.
 Ermeni Çeteleri ve Faaliyetleri
 
 Milli Mücadele döneminde Osmanlı Ermenilerinin Kuzey Marmara Havzasında  yarattıkları terör hareketlerini ele almadan önce konumuzla olan  ilişkisi açısından Ermeni komitelerinin Mondros Ateşkesi sonrasında  İstanbul'daki faaliyetlerine kısaca değineceğiz.
 
 Birinci Dünya  Savaşı sırasında sürülen Hınçak ve Taşnaksutyun cemiyetlerine mensup  komiteciler ateşkesten hemen sonra İstanbul'a dönmüşlerdi. Bunlara  Rusya'dan gelen bazı komiteciler de katılmışlardı. Taşnaksutyun üyeleri  Tepebaşında Amerikan elçiliği karşısındaki binayı kulüp haline getirerek  çalışmaya başlamışlardı. Cemiyetin etkin üyelerinden Virtans  Mardikyan'ın imtiyaz sahibi, Savarin Misbakyan'ın sorumlu müdürü olduğu  Azadamard adında bir gazete çıkararak hükümet aleyhinde yayınlar  yapmışlardı. Hükümetin gazetelerini kapatması üzerine, bu kez gazetenin  adını değiştirerek Çakedamard adıyla çıkarmak için girişimde  bulunmuşlardı(38). 
 
 İstanbul'a dönen Ermeni komitecilerin ilk  terör eylemleri, yine Ermenilere yönelik olmuştu. Taşnak komitecileri  ilk olarak Ermeni yazarlarından Hınçak üyesi olan Hampak Aramyan'ı  öldürmüşlerdi. I. Dünya Savaşı sırasında ölüm cezasına çarptırıldığı  halde idam edilmemiş olmasını Ermeniler hakkında önemli ifşaatlarda  bulunmasına yormuşlardı. Yine Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü siyasi  şubesinde birinci sınıf memur olan Artin Mığırdıç'ı, Şavarin Misbakyan'ı  yakalattığı için Bulgar uyruklu Vladimir'i katletmişlerdi. Ayrıca  hükümette görev yapan tüm Ermeni memurları ölümle tehdit etmişler ve  görevden yasaklamışlardı.
 
 Hınçak Cemiyeti Beyoğlu'nda Penaiye  pasajında bir Hınçak kulübü oluşturarak Yergir adlı bir gazete çıkarmaya  başlamıştı. İmtiyaz sahibi Onnik Habazyan ve sorumlu müdürü Zeytunyanis  Ermenileri sürekli hükümet aleyhinde teşvik etmişlerdi. Diğer taraftan  Erivan'daki Muvakkat Ermeni Hükümeti'nin tamamen Taşnak yanlılarından  oluşması iki cemiyet arasında ayrılığa yol açmıştı. Taşnaklar  İstanbul'daki cinayetlerinin yanısıra o sırada Paris'te bulunan Bogos  Nubar Paşa ile General Antranik'i de ölümle tehdit etmişlerdi. Taşnak  cemiyeti Ermenileri nüfuzu altına almış, İstanbul Ermeni  Patrikhanesi'nin işlerine müdahaleye başlamıştı. Cemiyet, İstanbul'da  şubeleri bulunan Hınçak Cemiyeti'nin yanısıra Bogos Nubar'ın kurduğu  Vahdet-i Milliye ve Demokrat Sosyal Reformu Partileriyle mücadele  halindeydi. Taşnak Cemiyeti bir taraftan fedaileri vasıtasıyla  rakiplerini sindirmeye çalışırken, diğer taraftan da özellikle İzmit  yöresindeki çetelerini harekete geçirmişti.
 
 İzmit yöresinde  gerek I. Dünya Savaşı yıllarında, gerekse ateşkes sonrasında faaliyet  gösteren Ermeni çetelerinin başında Vahan çetesi gelmişti. İzmit'in  Yuvacık Köyünden olan Vahan Zamkoçyan I. Dünya Savaşı'nda askerlik  yaptığı İzmit civarındaki amele taburundan kaçmış, kurduğu çetesiyle  Türk köylerini basarak birçok insanı öldürmüştü. Vahan ateşkes  sonrasında faaliyetini daha da arttırmış, İzmit'teki Ermeni  komitecileriyle sık sık görüşmeye, İstanbul'a gidip gelmeye başlamıştı.  Bir defasında İstanbul'da yakalandığı halde serbes bırakılmıştı.  Bir görüşe göre serbes bırakılmasında Ermeni komitelerinin girişimleri  sonucunda işgalci devletlerin mudahaleleri etkili olmuştu(39). 
 
 Donik Çetesinin kurucusu olan Donik Kaptan, Vahan Çetesinin önde  gelenlerinden olup, İstanbul Hükümeti tarafından ölüm cezasına  çarptırılmıştı. Çetesi büyük bölümüyle Yuvacık ve Arslanbey  Ermenileriyle, İzmit ve Derbend arasındaki Karatepe Rumlarından  oluşmuştu. Donik Kaptan Temmuz 1920 ortalarında İngilizlerin resmi izni,  donanma toplarının himayesinde 150 kişilik çetesiyle İzmit'ten ayrıldı.  Yuvacık'lı olan Donik Kaptan'ın ilk hedefi komşu köylerdi. Donik Çetesi  bir Lâz köyünden kaldırdığı 12-14 yaşlarındaki kızları, kendilerine en  vahşi kötülükleri yaptıktan sonra yürüyemeyecek durumda oldukları halde  İzmit'e götürerek Yeni Cuma Camiine kapatmışlardı. Bu vahşet tablosuna  medeni! İngilizler, İstanbul Hükümetinin İzmit'teki mutasarrıfı ve yerli  işbirlikçiler de tanık olmuşlardı(40). 25 Temmuz 1920 sabahı Donik  Çetesi Sarımeşe köyünü basarak soygun yapmış, daha sonra 15 kadar genç  kızı ellerini birbirine bağlayarak beraberinde götürmüştü. Olayı haber  alan Derbent'teki Kuvâyı Milliye komutanı derhal Sarımeşe yönüne küçük  bir müfreze sevketmiş, müfrezeyle çete arasında 4 saat süren bir  müsademenin sonunda 6 eşkıya öldürülmüş ve üçü de sağ ele geçirilmişti.  Sağ ele geçirilenlerden ikisi Karatepe Rumlarından, biri de Arslanbey'li  bir Ermeniydi. Büyük Derbend'deki Milli Alay Komutanı bu olay üzerine  Arslanbey Ermenilerine bir mektup göndererek Kuvâyı Milliye'nin  kendileriyle iyi geçinmek istediğini ve düşmanlıktan vazgeçmelerini  bildirmişti. Bundan amaç Ermenilerin İngilizlerin emellerine alet  olmalarını, Rumların peşine takılmalarını önlemekti. Bu mektuba- Ermeni  Gönüllü Alayı Kumandanı Donik- imzasıyla verilen cevapta söyle  denilmekteydi: <<Mektubunuzu aldım. Aynı vatanın kardeşleri gibi  ellerinizi uzattığınızdan dolayı çok memnun oldum. Aziz dostum,  fikrinizi reddetmem, reddetmemem hakkında İngiliz kumandanımızın emir ve  müsadesini haiz değilim. Eğer siz asûde kalmaklığımızı ve Türk  köyleriyle kardeş gibi yaşamaklığımızı arzu ediyorsanız Derbend  civarından uzaklaşınız. Aynı zamanda Karatepe'nin fakir köylüleri olan  iki Rumu da bana göndermenizi rica ederim. Aksi halde büyük tecavüzatın  sebebi olacaksınız>>(41).
 
 İngilizlerin kendisine biçtiği  alay komutanlığı rolünü iyice benimsediği anlaşılan çete reisi, aynı  zamanda üzerinde Ermenice ve Türkçe -Küçük Donik- yazılı bir mühür de  kazdırmıştı. Donik Kaptan mektubundaki ılımlı sayılabilecek bazı  ifadelerine rağmen, Türk köylerine yaptığı baskınlarda tutsak ettiği 10  kişiyi sofrasına getirterek rakı içirip sarhoş ettikten sonra öldürtecek  kadar acımasız bir kişiydi(42).
 
 28 Temmuz 1920 günü Kuvâyı  Milliye Donik Çetesinin öğleden sonra Arslanbey Köyü'ne geldiğini  öğrenince, çetenin kesin olarak yok edilmesi için harekete geçti. 24.  Tümen Komutanı Atıf Bey (Ateşdağlı) bunun için Yüzbaşı Fehmi Bey'i  görevlendirdi. Fehmi Bey de 50 kadar Adapazarlı genci Çepni Köyünden  Müslüman Osman'ın komutasına
 ________________________
 (39) Rifat Yüce, aynı eser, s. 66.
 (40) Cephe Mektupları, Anadolu'da Yenigün, 17 Eylül 1920, 413-33.
 (41) İstiklâl Harbi ile İlgili Telgraflar, Ankara 1994, s.2.
 (42) Rifat Yüce, aynı eser, s. 82.
 vererek gereken direktifleri verdikten sonra harekete geçirmişti. Aynı  günün gecesi bütün yol ve geçitler tutulmuş, Kuvâyı Milliye iki saat  içerisinde Arslanbey'i dört taraftan kuşatmıştı. Bir saat kadar sonra  Keltepe sırtlarına doğru yükselen alev ve dumanlar görevin  tamamlandığının habercisiydi. Şafak sökerken Kilez suyunun kaynaklarında  Donik ve adamlarının cesetlerinin yüzdükleri görülmüştü.
 
 29  Temmuz sabahı İngilizler bir taraftan çetelerin cesetlerini arabalarla  İzmit'e taşımışlar, diğer taraftan da misillemede bulunarak  zırhlılarının savurduğu mermilerle 250 haneli Çepni köyünü  yakmışlardı(43).
 
 İzmit yöresinde dehşet salan diğer Ermeni  çeteleri Antranik ve Karamürsel'li Artin çeteleriydi. Artin Çetesi  saldırılarını camilere kadar vardırmıştı(44). Ermeni çeteleri Yalova  yöresinde de faaliyet halindeydi. Orhangazi yöresinde faaliyet gösteren  ve Ermeni ve Rumlardan oluşan Topal Vahan Çetesi o bölgede tutunamayınca  Yalova taraflarına gelmişti. Yalova Jandarma takip müfrezesiyle Topal  Vahan Çetesi arasında Laledere'de cereyan eden müsademenin sonucunda 1  jandarmanın şehit, 2 jandarmanın yaralanmış olmasına karşılık, 2 eşkıya  ölü, üçü de sağ ele geçirilmişti(45). İzmit yöresinde ayrıca Gebze,  Bahçecik ve Kandıra civarlarında da Ermeni çeteleri dolaşıyorlardı.
 
 Geyve yöresinde Rum çetelerinin olduğu kadar, Ermeni çeteleri de tehdit  oluşturmuştu. Bu bölgedeki Ermenilerin kışkırtılmalarına daha Şubat  1919'da başlanmıştı. Beş İngiliz subayı bir Ermeni Papazla birlikte  Geyve ve Taraklı yöresini dolaşmışlar ve Ermenilere gereken direktifleri  vermişlerdi(46). Taraklı Ermenileri Yunan kuvvetlerinin yaklaşması  karşısında sabırsızlıklarını gizleyemez olmuşlardı(47). Geyve Jandarması  Kandıra'da Onbeşoğul çiftliğini basarak Akhisar (Pamukova) yönüne giden  bir Ermeni çetesinin takibine başlamıştı(48). 40 kişilik Haris Çetesi  Ermeni çetelerinin en azılılarındandı. Pamukova yöresindeki Ermeni  çeteleri Gökbayrak müfrezesi tarafından sindirilmişti.
 
 Adapazarı yöresindeki Firuzlu, Ermeni Cedit, Damlık Ermeni köyleri Ermeni çetelerinin 
etkin oldukları yerlerdi.
Milli Mücadele  döneminde Megali İdea heveslerinin başını döndürdüğü Yunanistan,  Türkiye Rumlarından oluşturduğu siyasal amaçlı çeteleri Türk halkına  saldırtmış, Ermenileri de aynı  amaçlar doğrultusunda kullanmayı temel politikalarından biri haline  getirmişti. Böylece yerli Rumlar ve Ermeniler Türkiye'nin diğer  yörelerinde olduğu gibi Kuzey Marmara havzasında da teröre başvurmuşlar,  halka karşı her türlü vahşeti uygulamışlardı. Bu bölgede Rum ve Ermeni  çetelerini silahlandıran ülkelerin başında Yunanistan'ın yanısıra,  İngiltere ve Amerika'da yer almışlardı. Ermeni terörüne hedef olanlar  arasında bazı Ermeniler de bulunuyordu. Türk Ordusunun Kuzey Marmara  havzasında Yunan Ordusuna karşı kazandığı başarılar bu çetelerin de  sonlarını getirmişti. Sonuçta Yunanistan maddi ve manevi uğradığı büyük  kayıplarla sonu hüsranla biten Anadolu macerasının bedelini ağır bir  şekilde ödemişti. Ancak Yunanistan Türkiye Rumlarına ve Ermenilerine  daha ağır bir bedel ödetmiş, yüzyıllardır Türkiye'de yaşayan bu iki  unsurun yerlerini ve yurtlarını terkederek Türkiye'den ayrılmalarının  başlıca sebebini oluşturmuştu. Sonuçta tarihin maceracılara karşı  affetmeyen tutumu bir kez daha tekrarlanmıştı.
Doç.Dr.Sabahattin Özel 
 İstanbul Üniversitesi 
 Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Öğretim Üyesi 
 
buda eşkiyanın bölgede varlığının yaşamışlığının belgesi kabul görür sanırım....