Cevap: Höyük Nedir?
	
	
	
		
		
		
		
	
	
Türk mezarlarına verilen ad. Genelde  devlet yöneticisi olanlar için yapılmışlardır. Kurganlar tahtalarla,  bazen de taşlarla çevrili mezar odalarının üstüne bir metre ile yetmiş  metre arasında toprak yığılmasıyla oluşturulur. Kurganlarda asıl mezar  odası bazen dikdörtgen, bazen kare veya oval olabiliyordu. Cesedin  bulunduğu yere bazen doğrudan ulaşılabiliyor bazen de bu oda altta yer  alıyordu. Ceset odasının döşemesi ağaç kütükleri ve kalastan  yapılıyordu. Cesetlerin başı doğuya çevrilmiş olur ve cesetler eşyaları  ile birlikte kurganlara gömülürdü. Kurgan ın farklı bölgelerinde at  cesetlerine de rastlanmıştır. Bugüne değin bulunan en önemli kurgan  Kazakistan’da ki Esik kurganı’dır.
İki Önemli Türk Kurganı
1- Esik Kurganı
Esik  (Issık, Issyk) Kurganı, İskitlere ait olduğu düşünülen bir kurgan.   Önemli kaynaklarda İskitlere ait olduğu iddiası kabul görür. M.Ö. 5.   yüzyıl’dan kalma olduğu sanılır. Kazakistan’da Kazak arkeolog Prof.   Kemal Akişef [oğlu] tarafından gün ışığına çıkarılmıştır.
Esik Kurganı’nın yapısı için  şunlar söylenebilir: 7 metre  derinliğindeki mezar odasının üzeri  toprak-taş yığınıyla kapatılmıştı.  Bu oda, diğer Hun kurganlarında  olduğu gibi inşa edilmiştir. Kalın çam  kütüklerinden yapılmış mezar  odasının ölçüleri 32 metre ebadındadır.  Odanın derinliği ise 1.20  metredir. Ancak, çam kütüklerinin içeriden  yontularak düzleştirildiğini  görüyoruz. Araştırmacıların açıklamalarına  göre mezar odasının ahşap  strüktürü dışında hazırlanmış ve sonra kazılan  çukura indirilmiştir.  Zeminden kurganın tepesine kadar olan yükseklik 9  metreyi, kurganın  üzerindeki suni tepenin çapı ise 60 metreyi  bulmaktadır.
Yapılan çeşitli  araştırmalar, eserlerin bozkır kültürüne mensup Türk  veya en azından  Türklerle akraba (ya da Türkleşmiş) bir kavim tarafından  yapıldığına  işaret ediyor. Yazının Göktürk kitabelerinin alfabesine  benzerliği ve  eserlerin mitolojik, ikonografik özelliklerinin Hun  sanatına çok uygun  oluşu nedeniyle, özellikle Türkiyeli Türk  araştırmacılar bunları Hun  eseri olarak nitelendirmişlerdir.
2- Pazırık Kurganı
Pazırık  kurganları, deniz düzeyinden 1600 m yükseklikteki Büyük Ulagan   vadisinde yer alan Çulışman ırmağı ile Başkaus ırmağı arasında   bulunmuştur. İlk kazılarla 1. kurgan ortaya çıkarılmıştır. Mezarın   içinde iklimin soğukluğundan ötürü donma olduğu için, eşyaların çoğu   çürümeden günümüze değin gelebilmiştir.  Kurganın tomruk duvarlar ve   çift katmanlı bir çatıdan oluşan odasında ağaç oyma tabutta ceset   bulunur. Duvarlara keçe dokumalar asılmış, ölünün kişisel eşyaları,   çeşitli araçlar, yiyecek ve içecekler de bu odaya yerleştirilmiştir.   Mezar odasının dışında kurban edilmiş olan atlar, koşum takımlarıyla   birlikte mezara konulmuştur. Burada mezarın hazırlanmasında kullanılan   araçlar da ele geçirilmiştir. Mezarda bunların dışında ahşap bir araba   da vardır. Ele geçirilen yapıtlardan, atların başına konulan geyik başı   biçimindeki maskeler ilgi çekicidir. 
Öteki  Pazırık kurganları da benzer  yapıda olup içlerinden pek çok sanat ve  arkeoloji eşyası çıkarılmıştır.  2. kurgandaki mumyalanmış kadın ve  erkek cesetlerinden erkek olanın  gövdesine döğmeler yapılmıştır; erkek  50-60, kadın ise 40 yaşlarındadır.  Kadının giysileri arasında bulunan  bir sincap kürkü, koç kafası figürlü  altın levhacıklarla  süslüdür.Kemerinden kopmuş gümüş tabakalarda da koç  figürü  bulunmaktadır.. Ayrıca ölüye armağan edilen keselerin üzerindeki  altın  yaldızlı bakır levhacıklar bulunmaktadır.
  		 			  			  
  			  			
	
	
	
		
		
		
		
	
	
 
"Tarih Türklerle başlar." 
74 bin yıl önce başlayan ve bugün Almanya"nın Berlin şehrine kadar  uzanan buzul döneminin 12 bin yıl önce sona ermesiyle, dünya ısısı 4-5  C° artmaya başlamıştır. Artan ısıya bağlı olarak buzulların erimesi ve  şiddetli yağmurlar nedeniyle deniz ve göllerdeki su seviyesi 125 metre  kadar yükselmiş, dünya iklim ve coğrafyasında büyük değişiklikler  olmuştur. Bu değişikliklere Anadolu topraklarından bir örnek verecek  olursak; şu anki Tuz gölü, o tarihlerde Konya-Ereğli Havzasını kaplayan  büyük bir göldür ve Çatalhöyük de bu gölün kıyısında kurulmuştur.  Anadolu"dan çok daha büyük yüzölçüme sahip olan Asya topraklarında da bu  iklim değişikliği neticesinde çok sayıda su havzaları; akarsular,  göller, ve iç denizler meydana gelmiştir. 
Coğrafi koşulların içinde barındırdığı medeniyetler üzerindeki büyük  etkisi vardır. Özellikle yaşamsal değeri olan suyun, uygun yaşam  koşullarının sağlanmasında çok önemli bir faktör olduğu için de  uygarlıkların var olması ve büyümesi bu su havzalarının bol olduğu  yerlerde olmuştur. Türklerin ana vatanı olan Orta Asya toprakları için  de durum böyledir ve Orta Asya topraklarında yaşayan Türkler suyun bol  olduğu bu topraklarda yerleşerek, tarım yapmışlar, hayvanları  ehlileştirmişler, yeraltı madenlerini bularak işlemesini öğrenmişler ve  kültürel gelişmelerinin sonucunda da yazıyı bulmuşlardır. 
Çok uzun sürece dayanan yazının bulunması ve kullanılması, bilgi ve  belgelerin gelecek nesillere aktarılmasını mümkün kılmıştır. Bilim  adamlarının Asya ve Avrupa topraklarında milyon yaşında kafatasları  bulmuş olmaları insanlık tarihini milyonlarca yıl öteye götürmesine  karşın, tarih yazının bulunması ile başlamıştır. Medeniyet, modernleşme,  yaşam tarzındaki değişiklikler, yazının bulunması ve evrimleşmesi ile  gerçekleşmiştir. Dünyada yazıyı ilk kullanan Türkler olduğu için de  tarih, Türk"lerin yazıyı kullanması ile başlamıştır. 
Asya kıtasının ortasında Baykal ve Balkaş, Issık göllerini, Ala Tau  (Tanrı dağlarını) ve en eski yerleşim bölgesi olan Yedi Su"yu da içine  alıp kucaklayan ve Hazar Denizine kadar uzanan bugünkü Altay, Tuva,  Kazakistan ve Kırgızistan toprakları, ilk yazının ortaya çıktığı  yerlerdir. Mağara resimleri ve Sıntaşlar"dan (anlam ifade eden  heykelcik) sonra piktogramlar (resim vasıtası ile düşünceyi belirten  yazı) 20.000 yıl önce, petroglifler (Kaya resimlerinin değişmiş ve  yazılardaki sembol şekillere dönüşmüş biçimi ) 15.000 yıl önce, tamgalar  (ilk harf sembolleri) 10.000 yıl önce, harfler ve sonunda alfabeye  geçişin dünyada ilk örneklerinin olduğu yer Türkistan topraklardır.  
	
	
	
		
		
		
		
	
	
 
Resim-1(Altın elbiseli adamın parmağındaki altın yüzükte, kafasına  on adet tüy takılı bir insan kafası bulunmaktadır. On sayısı Türkler  için kutsaldır. Resmin yanında bulunan yazıt kurgandan çıkarılan gümüş  kap üzerinde yazılıdır.) 
	
	
	
		
		
		
		
	
	
 
Altın elbiseli adama ait bir kurgan çizimi (Kazakistan topraklarında halen açılmamış birçok kurgan (mezar) mevcuttur) 
	
	
	
		
		
		
		
	
	
 
Altın elbiseli adam; kıyafet ve kuşandığı kılıç. 
Türklerin bilinen tarih boyunca Orta Asya topraklarında ve  sonrasında bu bölgeden tufanlar başta olmak üzere çeşitli etkilerle  dağıldıkları yeryüzünün çeşitli coğrafyalarında üstün medeniyetler  kurduklarının kanıtını geride bıraktıkları binlerce eserde bulabiliriz.  Kırgızistan"ın Talas bölgesinde Çiğimtaş (Çizgili Taş) ve Narın  Bölgesindeki Saymalı Taş (nakışlı taş) (3500m yükseklikte, 90.000 kaya  resmi),  
Talas Yazıtı,  
	
	
	
		
		
		
		
	
	
		 
	 
 
Kazakistan"da Essik Kurganlarındaki Altın Elbiseli Adam (Resim-1),  Tamgalı"da Tamgalısay (ilk Türk tamgaları,10.000 yıllık 1.000  piktoğraf), Ceti - Yedi Su yazıtları, Yakutistan"da Baykal-Lena  yazıtları, Tuva"da Uluğ-Kem Sülyek Köyü-Karayüz yazıtı, İtalya"da Etrüks  yazıtları, Moğolistan"da Kül Tigin yazıtları, Yenisey yazıtları  (şimdilik bilineni 107 tanedir), Rusya Uluğ Kem, Şülyek Köyündeki  Yazılıkaya Karayüz yazıtı, Altaylar"daki Pazırık Kurganı ve yazıtları,  Anadolu"da; Antalya Side yazıtı, Eskişehir"in Han İlçesinde Yazılıkaya  (Resim–3) ve Uçuz yazıtları, Ankara Polatlı Yassı Höyük yazıtları,  Erenköy yazıtı (Resim-4) , Ergani yakınındaki Çayönü yerleşmesi, Gevaruk  yaylası Özalp ilçesinde Pegan köyü Resimleri, Salyamaç Köyü yakınındaki  Cunni Mağarası yazıtları, Sat köyü civarındaki Sat Dağı resimleri, Side  Harabeleri yazıtları, Van Tirşin yaylası Çilgir köyü yazıtları, Konya  Çatalhöyük yazıtları, Ankara Polatlı da Yassı Höyük"teki Erken Türk  yazıtları, Hakkari de Gevaruk yaylası Sat Köyü tamğaları, Antalya da  Beldibi mağarasındaki tamğalar, Şanlıurfa Göbekli Tepedeki tamğalar,  Hakkari Çelo Dağı Kahn-ı Melik ve Taht-ı Melih kaya üstü resimleri, Van  Bölgesinde Cilo dağı Put Köyünde Kızların Mağarasında ki resimler, Başet  Dağında Kaya üstü yazıtları, Erzurum ili Karayazı ilçesi Salyamaç  Köyünde Cunni Mağarası yazıtları, Burdur Hacılar Höyüğünde kaya  yazıtları, Çatalhöyük yazıtları, Van Tirşin alanı Çilgiri Köyü  yazıtları, İstanbul Erenköy yazıtları, Antalya"da Beldibi"nde Side  Yazıtları, Sinop kalesinde kapı yazıtları, Trabzon Mağara Yazıtları,  Suriye Lazkiye"de Ras Şamra" da Ugarit yazıtları, Ege denizi Lemnos  Adası yazıtları(….), şu ana kadar bulunan ve bilinen eserlerden  bazılarıdır. 
http://img512.imageshack.us/img512/""İletişim Bilgisi Vermek Yasak""/18839413jd1.jpg 
http://img512.imageshack.us/img512/""İletişim Bilgisi Vermek Yasak""/18839413jd1.jpg 
1789 yılında Fransız Komutan Napolyon Doğu hakimiyetini sağlamak  için Osmanlı"lara ait Filistindeki Akka kalesi önlerine gelir. Savaşı  izlemek amacıyla da bir İngiliz İstihbarat subayı Akka"ya Anadolu  topraklarından (İstanbul-Halep) geçerken Eskişehir Yazılı Kaya"ya  rastlar. Bizans Kültürü ile yetişmiş bu İngiliz subayı Yazılı Kaya"yı  Bizans kültürüne ait olduğunu ve metin içerisinde geçen “Midai”  ibaresinden dolayı da, tarihte yaşadığına şüphe ile bakılan, menkıbe  kral Midas"a ait olduğunu iddia eder ve literatüre de bu şekilde geçer.  Aynı şekilde Gordion diye anılan ve Ankara-Polatlı"da bulunan Yassı  Höyük"ün de Kral Midas"a ait olduğu söylenmektedir. Bu da gerçek  değildir. Kanıt olarak da, bu mezarın yapılan karbon testi neticesinde  yaşının M.Ö.740 a ait olmasından anlamaktayız. Oysa bu tarihlerde Yunan  Uygarlığı diye bir uygarlık (Yunan"a ait hiçbir yazılı eser)  bulunmadığını Yunan"lı tarihçi Herotot"da belirtmiştir. 
Erken Türk yazıtlarını okumadan o zamanki yaşam ve medeniyet  hakkında fikir yürütmek mümkün değildir. Bu sebeple de bu eserlerin ve  yazıların Türklere ait olduğunu, Erken Türk tarihi konusunda yaptığı  araştırmalardan tanıdığımız Sn. Kâzım MİRŞAN tarafından bu yazıların  okunması ile anlıyoruz. Fakat bu çalışmalar bazı tarihçiler tarafından  kabul edilmemektedir. Zira bulunan eserlerin Türkçe okunarak, Türklere  ait olduğunun kabul edilmesinin ne kadar büyük bir hadise olduğunu  Atatürk"ün henüz daha genç bir subayken Sinop"ta yazmış olduğu şiirden  anlıyoruz. 
Gafil, hangi üç asır, hangi on asır 
Tuna ezelden Türk diyarıdır. 
Bilinen tarihler söylememiş bunu 
Kalkıyor örtüler; örtülen doğacak. 
Dinleyin sesini, doğan tarihin, 
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak, 
Yalan tarihi görüp, doğru tarihe giden. 
Asya"nın ortasında Oğuz Oğulları 
Avrupa"nın Alplerinde Oğuz Oğulları, 
Doğudan çıkan biz, batı"da yine biz, 
Nerede olsa, ne de olsa kendimizi biliriz. 
Hep insanlar kendilerini bilseler, 
Bilinir o zaman ki hep biriz. 
Türk sadece bir milletin adı değil, 
Türk bütün adamların birliğidir. 
Ey birbirine diş bileyen yığınlar, 
Ey yığın yığın insan gafletleri, 
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde, 
Dünya o zaman görecek, 
Hakikat nerede, hakikat nerede? 
Mustafa Kemal Atatürk 
2. Mustafa Kemal Atatürk"ün Türk Tarih Tezi 
Mustafa Kemal ATATÜRK"ün, Türk Tarih Tezinde Türklerin kökeninin  Orta Asya olduğu resmen dile getirmiştir. Atatürk 1922"de Türkiye Büyük  Millet Meclisinin 130ncu toplantısının açılış konuşmasının birinci  oturumunda yaptığı konuşmada bu hususla alakalı şunları söylemiştir.  “Efendiler, bu insanlık dünyasında en az yüz milyonu aşkın nüfustan  oluşan büyük bir Türk Milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki  genişliği oranında da tarih alanında da bir derinliği vardır. Türk  Milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın ikinci  babası Nuh Aleyhisselamın oğlu Yasef"in oğlu olan kişidir...” 
Atatürk öncülüğünde 2 Temmuz 1932 ve 20 Eylül 1937 tarihlerinde  yapılan Türk Tarih Kurultayları o devrin en ünlü yerli ve yabancı bilim  adamlarının katılımlarıyla yapılmıştır. Fakat ne yazık ki Türk Tarihinin  araştırılmasını amaçlayan bu çalışmalar Atatürk"ün ölümünden sonra  durdurulmuştur.  
3. Türk ne demektir? 
Güneyde Himalaya dağları, kuzeyde Kuzey Buz Denizi, doğuda Kore  Denizi, batıda Balkanlar"a kadar uzanan coğrafya ile Asya ve Avrupa  kıtalarının yani Avrasya olarak adlandırdığımız karanın milyonlarca  kilometre karelik topraklarında, son buzul çağının sona erdiği 12 bin  yıl zaman derinliğinde yaşamış insanlar, meydana getirdikleri yazılı  eserlerde kendilerini Türk olarak adlandırmışlar ve ortak dil olarak da  Türkçeyi kullanmışlardır.  
Bu insanlar neden kendilerine Türk demişlerdir? Türk kelimesi ne  anlama gelmektedir? Bunu, eski Türkçe yazıt olan ve edebi bir dille  yazılan Türkistan"daki Orhun Abidelerinden öğreniyoruz. 
Orhun Abideleri ile ilgili olarak; 
 bakınız. 
Bu yazıtta Türk, yaratana inanan anlamında kullanılmıştır. Fin Uygur  Derneği Coğrafya Cemiyetinin 1890 yılında yayınladığı, Orhun  yazıtlarının ilk çözümünü kapsayan, tahrif edilmemiş, aslına en uygun  olan "Fin Atlası" kitabında birinci taş, doğu yüzü 38. satırda “Ökük  Türök” yani "Rabbani Türük ", "Tanrı Türü" denilmektedir. Türklerin  Orhun Yazıtlarından önceki binlerce yıllık tarihinde, Asya'nın  milyonlarca kilometre kare topraklarına yayılmış yaşarlarken kendilerine  verdikleri ad; "töreye uyan" "yaratanını bilir", "Rabbani Türk",  "Tanrısını tanır", "Yaratanına bağlı" anlamlarında "Ökük Türök" dür.  "Ökük Türök " deki "Ök" (tanrı, yaratan) Türkçe deki ses uyumundan  dolayı "ük" olmuş ve kelime böylece "türük" olarak okunmuş, günümüze de  Türk olarak gelmiştir. “Ök” ekinin günümüzdeki kullanımına “Öksüz ve  Ökkeş“ kelimelerinde rastlayabiliriz. Yaratan anlamında kullanılan “Ök”  eki ile Öksüz, yaratanını yitirmiş, yetim anlamında, Ökkeş ise  yaratanına bağlı anlamında kullanılmaktadır. 
Yani günümüzden binlerce sene önce Türk kelimesi, o bölgede ve  sonrasında tüm dünyaya yayılmış, yaratana inanan insanları tanımlamak  amacıyla kullanılmıştır ve hiçbir zaman bir ırkı tanımlamak için  kullanılmamıştır.  
O zamanın anlayışına göre, günümüzde de olduğu gibi Türk olmak için  Türk ana ve babadan da türemek gerekmiyordu. Zaten 18 yy. a kadar  savaşların amaç ve yöntemlerini anımsarsak pratikte de bunun böyle  olamayacağını anlarız. Bir birleriyle savaşan iki taraftan yenen,  yenilen tarafın erkeklerini öldürmüş kadınlarını ise kendilerine eş  olarak almış, bu şekilde de neslini devam ettirmiştir. Dolayısıyla saf,  arı bir ırktan bahsetmek mümkün değildir.  
Göçlerin uğrak yeri olan Türk"lerin yaşam yeri olan Orta Asya için  de durum böyledir. Bu bölge içerisinde ve sonrasında dünyanın dört bir  tarafına yapılan göçler (Resim–6) neticesinde ırklar, insanlar,  medeniyetler karışmıştır, hakim kültür egemenliğini devam ettirmiştir.  Bu büyük göçlerin neticesinde ise ortak kültürlerinde mevcudiyetlerini  devam ettiren ana unsurun adı hep Türk olarak tarih boyu yaşamıştır. Bu  büyük göçlerin neticesinde ise inançlarında asimile olmayarak Tanrısına  inanan grupların adı hep Türk olarak kalmıştır. 
	
	
	
		
		
		
		
	
	
 
4. Etrüskler, Türk müdür? 
Orta Asya"dan dünyanın diğer yerleşik yerlerine yapılan göçler  sonucunda, Orta Asya"da gelişen medeniyet ve özellikle de yazı Avrupa"ya  taşınmıştır. Binlerce sene süren göçler, ilk olarak M.Ö. 5.000"lerde  İskandinav ülkelerine doğru başlamıştır. ETRÜSK olarak adlandırılan bu  toplum İtalya"ya gelmeden önce, Fransa"da, Glozel"de ve Avusturya"da  (M.Ö. 4.000) yaşamışlardır. Etrüskler"in M.Ö. 1.500"lerde Po ovasına  oradan da maden bakımından zengin olan Etrürye denilen Toskana bölgesine  yerleştikleri buralarda bulunan kalıntılardan anlaşılmıştır; 
	
	
	
		
		
		
		
	
	
 
Etrüsklerin hâkimiyeti kuzeyde Po ovasından Roma şehrinin güneyine  kadar hem karada hem de denizde üstün bir medeniyet olarak sürmüştür.  M.Ö. 600 yıllarında en güçlü oldukları dönemde Roma şehri M.Ö. 743 de  Etrüsk" lü Romulus tarafından kurulmuştur. Roma şehrinin simgesi olan ve  Roma şehrinin değişik yerlerinde bulunan heykel, Türk"lere Ergenekon"da  yol gösteren efsanevi hayvan dişi kurt Asena"nın memelerinden süt emen  iki çocuk simgesidir. 
	
	
	
		
		
		
		
	
	
		 
	 
 
Roma şehrini kuranların Etrüskler olduğu ve bunların da Türk  oldukları, 2004 yılında Etrüsk mezarlarındaki kemiklerin genetik  araştırmalarından da anlaşılmıştır. İtalya"da Ferrara Üniversitesi  Genetik bilimci Prof. Guido BARBUJANİ, Firenze Üniversitesinden Prof.  Davit CARAMELLİ, Bologna Üniversitesi Prof. Loredana CASTRY, Parma  Üniversitesi Prof. Antonella CASOLİ, Pisa Üniversitesi Prof. Francesco  MALLEGNİ, İspanya Barselona"da Pompeu Farba Üniversitesi Prof. Carles  LALUEZA imzalı raporda yaşları 2700 ile 2300 arasında değişen 80 Etrüks  iskeletinin genetik araştırması sonucunda Etrüsklerin Doğulu olduğu  sonucu açıklanmıştır. Ayrıca, Etrüsklerin Orta Asya"dan gelen ama Hazar  kuzeyinden gelip Avusturya"daki İnsburg bölgesi üzerinden İtalya"nın Po  ovası bölgesine inen bir halk olduğunu, Sn.Kazım MİRŞAN"ın Etrüsklerden  kalma üzeri yazılı belgeleri okumasından da anlaşılmaktadır.  
İtalya"da 1995 yılında Etrüsk konusunda en yetkili bilim adamı olan  Floransa"dan Prof.Dr. Giovannangelo CAMPOREALE, Sn Mirşan ile bir hafta  süren görüşmeleri sonrasında Etrüsk yazıtlarının Erken Türkçe olduğunu  kabul etmiştir. 
Ayrıca araştırmacı yazar rahmetli Adile AYDA, “Etrüskler Türk mü  idi?” (Ankara 1974), kitabında da aynı konu işlenmiştir. Adile AYDA bu  araştırmalarında özellikle Türkçe ve Etrüskçe arasında söz benzetmeleri  yapmıştır. Adile AYDA ayrıca,“Herodot (M.Ö. 484-425 ) Attika halkının  Helen asıllı olmadığını söylemekte” diyerek, Etrüsk"lerin Türk olduğunu  belirtmektedir. 
Roma"yı Kuran Etrüsklerin M.Ö. 100 yılına kadar bu bölgede  üstünlüklerinin sürmesine karşın bir süre sonra kendi dillerini  konuşmayı bırakarak Latince konuşmaya başlamışlar, sonrasında da  kültürlerini kaybederek tarih sahnesinden yok olmuşlardır. 
5. Türkler ilk defa Anadolu"ya ne zaman girmişlerdir. 
Türklerin Anadolu"ya ilk defa 1071 de Malazgirt zaferi ile girdiğini  iddia etmek doğru değildir! Türklerin Orta Asya"dan başlayıp Avrupa  içlerine kadar uzanan izlerine rastlanmasından anlaşılacağı üzere  Anadolu topraklarının 7000 yıllık sahibi Türk"lerdir ve en köklü  medeniyete sahip olan Türkler Orta Asya"dan Avrupa ve Anadolu" ya, bir  kısmı yine Avrupa"dan tekrar Anadolu"ya gelmişlerdir. Bunu İsveç,  Norveç, Danimarka, Almanya, İsviçre, Romanya, Fransa gibi coğrafyalarda,  bırakmış oldukları birçok tarihi eserlerde yer alan yazıların  okunmasından biliyoruz. 
Milattan önce Anadolu"da yaşamış ve çok gelişmiş kültürleri ile  çevrelerindeki insanlara medeniyet aşılamış bir topluluk olan ve bugün  "Frigler" olarak adlandırılanlar, Erken Türklerdir. Bunların  AFYON-ESKİŞEHİR-ANKARA-UŞAK çevresinde bıraktıkları eserler hala  ayaktadır. Frig"lerin günümüze kadar kalan en büyük eserlerinden biri  Eskişehir ili Han Kazası Yazılıkaya Köyündeki "Yazılıkaya" anıtıdır.  Etrüskçeye benzeyen Erken Türkçe ile yazılan Yazılıkaya Yazıtı 1965  yılında Etrüsk yazıtlarını okuyup 1970 yılında “Proto-Türkçe Yazıtlar”  adlı kitabını yayınlayan Sn. Kazım Mirşan tarafından 1994 yılında  okunmuştur. Etrüsk yazıtlarının Etrüsk alfabesine göre (Resim-9) Türkçe  okumasının yanı sıra 1998 Yılında “Etrüsklerin Tarihleri, Yazıları ve  Dilleri” kitabını yazan Sn. Mirşan, Etrüsklerin dil ve inanç yapılarını  da inceleyerek Etrüsklerin Türklüğü konusunu açıkça ortaya koymuştur.  
	
	
	
		
		
		
		
	
	
 
Etrüsk Alfabesi 
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Sn. Kazım MİRŞAN"ın yeni kitabını  olan “İSKANDİNAVYA"DAKİ TÜRK YAZITLARI” kitabını yayınlamıştır. Bu  kitap, İskandinav coğrafyasında M.Ö.2300-2700 yıllarına ait eserler  üzerlerinde “FUTHARK” yazısı olarak bilinen yazıların Sn. Kazım MİRŞAN  tarafından “ERKEN TÜRK YAZITLARI” olarak okunmasını kapsamaktadır. 
6. Çin"deki Beyaz Piramitler. 
Doğu Türkistan"da Himalaya Dağı eteklerinde Tibet sınırına yakın  Shensi Bölgesinde Çin hükümeti tarafından dünyadan gizlenen Beyaz  Piramit (Resim-10) ve civarındaki 100 kadar diğer piramitler Türk"ün  Orta Asya"daki geçmiş tarihinin birçok sırlarını içlerinde  saklamaktadır. Meksika"daki ve Mısır"daki piramitlerin bazı  araştırmacılar tarafından atası kabul edilen bu Beyaz Piramit"in  Mısır"daki büyük piramitten iki misli büyüklükte ve yaşının 5000 yıl dan  fazla olduğu bilinmektedir.  
7. Psikolojik Savaş faaliyetleri altında Batının Türk tarihine bakışı 
1000 yıldan fazla süren İslamlık-Hıristiyanlık davalarının doğurduğu  düşmanlık duygusu içindeki tutucu tarihçiler, bu davalarda asırlarca  İslâm"ın öncülüğünü yapan Türklerin tarihini, kan ve ateş maceralarından  ibaret göstermeye çalıştılar. Türk ve İslâm tarihçiler de Türklüğü ve  Türk medeniyetini İslâmlık ve İslâm medeniyeti ile kaynaştırdılar;  İslâmlıktan önceki binlerce yıla ait devreleri unutturmayı Ümmetçilik  siyasetinin icabı ve din gayreti vecibesi bildiler. Daha yakın  zamanlarda Osmanlı İmparatorluğuna bağlı bütün unsurlardan tek bir  millet yaratmak hayalini güden Osmanlılık cereyanı da, Türk adının  anılmaması, milli tarihin yalnız ihmal değil, yazılmış olduğu  sayfalardan kazınıp silinmesi yolunda üçüncü bir etken halinde  diğerlerine eklenmiştir. Bütün bu olumsuz cereyanlar, tabii olarak,  mektep programları ve mektep kitapları üzerinde bile etkisini göstermiş  ve Türklüğün, çadır, aşiret, at, silah ve savaş kavramlarıyla eş anlamlı  tutulması geleneği mektep kitaplarımıza kadar girmiştir. 
18. yüzyıldan sonra üretilen Avrupa merkezci tarih teorisi, insanlık  tarihini, eski Yunan-Roma uygarlıkları ekseninde açıklamış ve uygarlık  mirasını da Asyalı ve Ortadoğulu kaynaklardan kopararak, Avrupa" nın  tekelinde göstermiştir. Batı Avrupa dışındaki halklar, bu arada Türkler  uygarlık yaratan değil, uygarlık yağmalayan ikinci sınıf “barbar”  ırklardan sayılmıştır. 
Bu hususta 8nci Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL"ın 1988 yılında, kaleme  aldırdığı “La Turquie İn Europe” isimli eserinde şu ifade yer  almaktadır. ”Bizi Türk sayarak dışlıyorsanız bilin ki, bizim Türk  denecek bir şeyimiz yoktur, uygarlık adına neyimiz varsa hepsini  Yunanlılardan aldık, bizim kültürümüz Yunan kültürüdür, oğlumun adı olan  Efe bile, Yunancadır; Bu nedenle, Avrupa Birliğine girmemiz için  kültürel engel yoktur(….) Biz tepemizde Türk olmayan yöneticiler  bulunmasını yadırgayan bir toplum değiliz, Avrupa Birliğine alınmamıza  bu açıdan da herhangi bir engel yoktur”  
Bu kapsamda yapılan hata ilk değildir son da olmayacaktır.  Atatürk"ün ölümünden sonra iktidardaki CHP nin sözcüsü durumundaki  Nurullah ATAÇ, batı kültürünün mutlak ve eksiksiz alınmasının, bunun  için de Yunanca ve Latince"nin mecburi ders olarak Türk okullarında Türk  çocuklarına okutulması gereğini savunmuştur. O devirlerde Yunan Latin  eserleri okullarda ders olarak okutulmaya başlamış, hatta Latince eğitim  veren liseler açılmıştır. Tüm bu çabaların mantığında aslında ana  dilimiz Türkçeyi unutturarak Türk kültürünü yozlaştırmak, değiştirmek ve  yok etmek hedeflenmiştir. 
Likya"nın Yunan medeniyetinin temeli olduğunu göstermek amacıyla  Likya uygarlığı konusunda ilki Akdeniz Medeniyetleri Enstitüsü (AKMED)  tarafından 1977"de İstanbulda,1990 da Viyana"da yapılan Likya  sempozyumlarının bir üçüncüsü 7-10 Kasım 2005 tarihinde en geniş  katılımla (350 katılımcı) Antalya"da yapılmıştır. AKMED" in kurucusu ve  sempozyumun (Bilgi Şöleni) şeref başkanları Suna KIRAÇ ve İnan KIRAÇ"ın  düzenlediği ve Antalya valisi Alaaddin Yüksel"in açılış konuşmasını  yaptığı sempozyumda İnan Kıraç Bizans ile ilgili “Bazı şeyleri  dışlıyoruz. Bizim değil diyoruz. Oysa Bizans bizim. 1100 yıl birileri  yaşamış, sonra ben Osmanlı olarak bunun bir parçası olmuşum. Sonra  Cumhuriyet olarak devam etmişiz. Dolayısıyla Bizans"ı, 1100 yılı silip  atamayız.” demiştir.  
Oysaki bu bilgi şöleninde “Likya medeniyeti Yunan medeniyetinin  temelini meydana getirir.” iddialarına verilecek cevap, Likya konusunda  Prof. Dr. Cevdet BAYBURTLUOĞLU ve diğer araştırmacılar yıllardır  yaptıkları çalışmalardır. Bu araştırmaların ışığında diyoruz ki,  günümüze kadar ulaşan yüzlerce Likya yazıları mademki eski Yunancadır,  neden Yunanca temel alınarak hala okunamamaktadır! Batılı bilim  adamlarının Etrüsk yazılarını okunmaya muvaffak olamadıkları gibi, söz  konusu olan Likya yazısı da Etrüsk yazısının bir türevi olduğundan  okunamamaktadır. Etrüsk, Pelas, Attika ve Firik yazısı ile Likya yazısı  aynı kökten doğan alfabenin farklı zaman ve coğrafyalarda çok az  değişmiş halleridir ama ana kök aynıdır ve bu yazılar Tarihçi  Doç.Dr.Haluk Berkmen tarafından okunabilmektedir. 
Tarihçi Dr. Serhat Kunar “Antalya ve yakın çevresi” adlı kitabında,  Midilli"de oturan Yunan"lıların Anadolu"da yaşayan Türklere,  bayraklarındaki Kurt başından dolayı, Yunancada Kurt anlamına gelen  Likos diye hitap ettiklerini belirterek Likya"lıların bıraktıkları  yazılardan da bunların Erken Türk olduklarının anlaşıldığı yazmaktadır.  
1977 den beri Likya medeniyeti ile Yunan medeniyeti arasında ilgi  kurmak için AKMED bünyesinde yapılan çalışmaların hiçbir bilimsel temeli  yoktur.  
8. Sonuç 
Dünyada en eski uygarlığa sahip olan biz Türkler, bunun bilincinde  olarak dünyanın neresinde olursa olsun atalarımızın bırakmış oldukları  eserlere sahip çıkmak zorundayız! 
a. Gerçek Türk tarihi bize şunu söylemektedir:· İlk Alfabetik yazıyı Türkler buldu. 
· 12 Hayvanlı Türk Takvimi Dünyadaki ilk takvimdir. 
· İlk Ödüsleri (Devletleri) Türkler kurmuştur.  
· Pusulayı, anahtarı, saati, kağıdı ve matbaayı Türkler bulmuştur. 
· Avrupa medeniyetinin temelini oluşturan Etrüskler Türk"tür. 
· Türk Topraklarının en eski sahibi Türklerdir. 
Anadolu topraklarının eski Yunan medeniyeti ile hiçbir alakası  yoktur! Anadolu topraklarının en eski sahipleri Atatürk"ün de dediği  gidi Türklerdir! Bizlerden önce bu topraklarda başkalarının olduğunu  kabul etmek, büyük bir yanılgıdır! Aksi takdirde herhangi bir milletin  ve medeniyetin kültürel üstünlüğünü kabul etme ezikliği içerisinde  olmamız, kültürel değerlerimizi zamanla kaybetmeye, sonuçta da tarih  sahnesinden yok olmamıza sebep olacaktır! 
Bütün bu gaflet, delalet ve hıyanet içerisinde yapılan saldırılar  karşısında süratle Atatürk"ün “Türk Tarih Tezi” gün ışığına çıkarak,  yapılmış olan bilimsel araştırmalar kaldığı yerden devam ettirilmelidir.  Kabul edilmelidir ki, Atatürk inkılâpları Türk Uygarlık tarihin bir  ürünüdür! 
Atatürk önderliğinde, dört yıl olan lise eğitimi için hazırlanan,  fakat Atatürk"ün ölümüyle 1939 (yeni kitapların hazırlanıncaya kadar bu  kitaplar 1941 yılına kadar okutulmaya devam edilmiştir) yılında  müfredattan kaldırılan tarih kitapları yeniden müfredatlara ilave  edilmelidir. 
Ulusal birliğin en önemli öğelerinden biri tarih bilincidir.  Uluslar, tarihlerine güvenerek geleceklerine yön verirler. Tarih bilinci  olmayan ve bağımsızlıktan ödün veren milletlerin hayat hakkı yoktur.  Bilinmeli ve hiç unutulmamalıdır ki Bu devletin temelinde “Bağımsızlık  benim karakterimdir!” diyen Mustafa Kemal ATATÜRK vardır!!!